9 Haziran 2010 Çarşamba

ALMAK-VERMEK DENGESİ

Birçok kişi bolca verir ama almaktan rahatsız olur. Sadece vererek çok fazla eril enerji davranışı sergileriz. Eril enerji dışa dönüktür yani sadece vermek demektir. Dişil enerji ise içe dönüktür ve alıcıdır. Eğer almak ve vermeyi dengede tutabilirsek dişil ve eril enerjilerimizi dengede tutmuş oluruz ki olması gereken de budur. Yaşamı bu şekilde olması gerektiği gibi yaşarız.

Eril enerji rekabet ve saldırganlık gibi enerjilere sahiptir. Sadece verir ve almazsak bu enerjileri kendimize çekeriz. Oysa verdiğimiz kadar almayı da başarırsak, yumuşaklık ve naziklik gibi enerjileri de hayatımıza çekeriz. Yani sevgiyi.

Etrafımızdaki herkesin mutluluğu için çaba gösterdiğimizi düşünelim. Tüm bu çabalar ne anlama geliyor, vermek tabi ki. Bu da eril enerji göstergesidir. Ve evren sizin bu çabalarınızın karşılığını gönderir, yani eril enerjinin ifade ettiği şeyleri. O zaman ne yapacağız. Başkaları için bu çabaları gösterirken, onlardan da almaya razı olalım ki, hayatımıza dişil enerjinin temsil ettiği yumuşaklığı, nazikliği, sevgiyi çekelim. Huzurlu, sevgi dolu bir yaşam için yapmamız gereken, eşit oranlarda vermek ve almaktır.

Neden vermeye bu kadar gönüllü iken almaya isteksiz oluyoruz? Alınca minnettar kalma korkusu yaşarız, minnettar kalmak istemeyiz. Oysa verince minnettar olmak gibi bir risk de olmaz. Ama burada karşı tarafın da aynı duygular altında ezilebileceğini hiç hesaba katmayız. Ve bu eziklik duygusu da sonunda karşımızdaki insanda saldırganlık, öfke yaratabilir. Bazıları kendileri için herhangi bir şey arzulamanın bencilce veya açgözlülük olduğu inancındadırlar. Kimi de almayı hak etmediklerini düşünürler. Bunlar da kendilerine güvenleri olmayanlardır.

Eğer verme alma ile dengelenmezse, bu bizi tükenmeye götürür. Yani depresyona, kendine güven azlığına ve düşük enerji seviyelerine yol açar. İşte sadece eril enerji davranışları uygularsak, kendimize bunları çekeriz. Böylece yaşamımız rekabet, saldırganlık gibi olumsuzluklarla çevrelenir. Bu davranışları gösterdikçe, benzerlerini çekeriz, derken kısır döngüyle bunlar hayatımızda kalır.

Bu döngüyü kırmak için yapabileceğimiz şey, başlangıçta zor da gelse almaya çalışmak olmalı. Kendimize almak için ne kadar çok izin verirsek, başkalarına vermek için de daha çok şeye sahip oluruz.

O zaman almak vermek dengesinde yaşamak için çabalamalıyız. Bunun için meleklerimizden de yardım isteyebiliriz. (Meleklerin yaradılış sebebi, insanları hayallerine taşımaktır. Arapçada ‘yapabilme gücü’nün karşılığı ’meleke’dir. Tanrıya her konuda dua edebildiğin gibi meleklerinden de her konuda yardım isteyebilirsin. Park yeri için bile. buRAK özDEMİR-Tanrının Doğum Günü)

Almak için olumlamalar;

Almak benim için güvenlidir.
Ben bolluk dolu evrenin tüm lütuflarını almaya hazırım.
Şimdi yaşamıma iyi şeyleri alıyorum.
Aldıkça verecek daha çok şeyim olur.

Gültenden

6 Haziran 2010 Pazar

Delfi'nin Hikayesi

Delfi dağlarında antik Yunanistan için yüzyıllar boyunca büyük önem taşıyan bir tapınak ayakta durmaktadır. Yunanlılar tapınaklarını güzel yerlere oturtmak konusunda dehaya sahiptirler, ancak Delfi, bir yanında sarp arazinin içinde uzanan upuzun bir vadi, diğer yanında Korent Körfezi'nin koyu yeşil- mavisiyle özellikle göz kamaştırıcıdır. İnsan tapınağın doğasına pek uyan görkemlilik karşısında o anda azamet ve huşu duygusuna kapılıyor. Yunanlılar kaygılarını karşılamak üzere buradan yardım aldılar. Bu tapınakta Apollon, kaotik arkaik çağdan klasik zamanlara dek ayinci - kadınları yoluyla öğütler verdi. Sokrates de, o zamandan beri psikoterapinin mihenk taşı olagelen meşhur "Kendini Bil" deyişini orada, tapınak girişinin hol duvarında kazınmış olarak bulmuştu.

Apollon'un insanlara karşılaşmalarında yardım ettiği kaygı; güçlü biçimde genişleyen, biçimlenmekte olan, yaratıcı, doğuma - gebe bir devirde yaşıyor olmanın amansız sezilişiydi.

Delfi'deki tapınağın ünü, ailenin eski kararlılık ve düzeninin sarsıldığı ve bireyin kısa süre içinde sorumluluğunu almasının gerektiği bir çağda arttı. Homer'in Yunanistanında, Odysseus'un karısı Penelope ve oğlu Telemachus mülklerini, Odysseus yanlarındayken, Truva savaşındayken, ya da "şarap karası denizde" on yıldır çalkalanıyorken idare edebilirlerdi. Oysa şimdi, arkaik dönemde aileler kentlere yapışık kalmak zorundaydılar. Her genç Telemachus, kendi geleceğini seçmesi gerektiğinde ve kendi yerini yeni bir kentin bir parçası olarak bulmak zorunda kaldığında kendini zamanın yamacında duruyor hissetmiştir.

Kent devletleri, birbiri ardısıra gelen tiranlarıyla anarşi içinde bocalıyordu. Başa gelen önderler, yeni gücü bir düzene kaynaştırmaya uğraşadurdular. Kent devletleri için yepyeni yönetim biçimleri, yeni yasalar ve tanrıların yeni yorumları, tümü de bireye yeni psikolojik güçler sağlayarak ortaya çıkıyordu. Böylesi bir değişim ve büyüme döneminde, fışkırmanın süre giden basıncı bireyde sık sık bir acillik duygusu yaratmıştır.

Apollon sembolü, Apollon'un Delfi'deki tapınağı ve bunların dayalı olduğu zengin mitler bu ortamda mayalandılar.

Apollon'un, biçim tanrısı, us ve mantık tanrısı olduğunu anımsamak önem taşıyor.

Böylece Apollon tapınağının bu kaotik zamanda önem kazanması ve vatandaşların ortalığı saran kaosun ardında amaç ve anlam bulunduğu güvencesini bu denge ve oran tanrısı yoluyla aramış olmaları hiç de tesadüf olmuyor. Biçim, orantı ve altın ölçü, bu insanların derin tutkularını kontrol edebilmeleri için canalıcı bir önem taşıyordu, tutkularını ehlileştirmek için değil, bu tutkuları, Yunanlılar'ın doğada ve kendilerinde pek aşina oldukları demonik güçlerin yapıcı bir kullanımına dönüştürmek için. Biçim - zarafet -güzelliğin öz bir niteliği olduğu için, Apollon sanat tanrısıdır da. Gerçekten de, Delfi'de, yamacında, Apollon'un tapınağının yükseldiği dağ olan Parnassua, tüm Batı dillerinde akta hasredilen erdemlerin simgesi olagelmiştir.

Apollon'un ışık tanrısı da olduğuna dikkat edince bu mitin zengin anlamına daha bir hayran oluyoruz - sadece gün ışığının değil, aklın, zihnin, kavrayışın ışığının da. Apollon sık sık Yunanca'da "güneş" sözcüğü olan Helios ve, parlama ve ışıma tanrısı anlamına gelen Phoebus Apollon namıyla anılır. Son olarak tümünden de baskın bir noktaya dikkatimiz çekiliyor: Apollon şifa ve refah tanrısıyken, oğlu Asclepius da hekimlik tanrısıdır.

Bir bireyin şu ya da bu canlı biçiminde yeniden - yaşama dönmesiyle ilgilenen mitler, bu yeni yaşamanın nasıl olacağının kişinin daha önce nasıl yaşaya - geldiğine bağımlı olduğuna işaret ederek, insan soyunun yaşantısında, bireyin kendi yaşamasından sorumlu olduğuna dair bir bilincin varlığına tanıklık ederler.
İnsan özgürlüğü, yaşamın itkisiyle ona vereceğimiz karşılık arasında duraklayabilme ve bu duraklamada, ağırlığımızı vermeyi arzu ettiğimiz yönü seçebilme yetimizi içerir. Özgürlüğe dayanan, kendimizi yaratabilme yetisi, bilinçten veya bireyin kendi -farkındalığından ayrılamaz.

Bizim burada ilgilendiğimiz, Delfi kâhininin bu kendini - yaratma sürecini nasıl ilerlettiği. Kendini yaratmanın umutlarımız, ideallerimiz, imgelerimiz ve zaman zaman dikkatimizi en çok topladığımız hayal edilmiş içerikler yoluyla gerçekleştiği apaçık. Bu "modeller" bilinçli olduğu kadar bilinçdışında da işlevleri sürdürürler, kendilerini fantezilerde olduğu kadar davranışlarda da açıktan açığa gösterirler. Bu süreç için özet sözcükler: semboller ve mitlerdir. Delfi'deki Apollon mabedi de bu sembol ve mitlerin somut bir ifadesi ve onların ayinlerde vücut bulduğu yerdi.

Bu dönemde yontulan muhteşem Apollon heykellerinde, biçimindeki güçlülük ve sağlamlık, başının sakin güzelliği, hakim olunmuş tutkularla işlenmiş düzenli hatları, neredeyse dümdüz olan ağzındaki yumuşak "bilen" gülümseme ile karşımıza çıkan bu arkaik tanrı figürünün Yunan sanatçıları kadar dönemin diğer yurttaşları için de özlemi duyulan düzenin ne boyutta bir sembolü haline geldiğini görebiliyoruz.

Rollo May,Yaratma Cesareti